Felsefe’nin Azizi: Sokrates

Etiketler

,

galeri_sokrates-ve-ogrencileri-jpg_3077891_1440363254.jpg

Sokrates ve Öğrencileri

M.Ö 469 yılında doğan Sokrates yada Sokratis, Antik Yunan Felsefesinin kurucularından biridir. Kurucularından biri demek Sokratesi biraz arka plana atmak oluyor; bu nedenle Antik Yunan Felsefesinin piri, azizi demek daha doğru olur. Sokrates aslında çok pasaklı, ender yıkanan biridir fakat buna rağmen muazzam bir karizması olduğu söylenir.

Sokrates aynı zamanda Spartalılara karşı savaşan bir askerdi. Bunun dışında vaktini genellikle pazar yerinde dolaşarak, zaman zaman insanları durdurup onlara olmadık sorular sorarak geçirirdi. Ölümüne sebep olan da zaten sorduğu sorulardır aslında. 2400 yıl önce Sokrates çok soru sorduğu için idam edilmiştir.

Bir insan çok soru sorduğu için idam edilebilir mi? Tabi ki ana sebep bu değildi sorduğu sorular oldukça keskin, insanları kendisinden şüphe ettiren, zamanın şartlarına göre olağandışı sorulardı. Sokratesi mahkemeye veren Meletos; Sokrates’i ahlaksızlıkla suçlamıştır. Sorduğu sorularla köyün gençlerini yoldan çıkarıyordu, Atina’nın Tanrılarını ihmal ediyordu. Bunlar çok ciddi suçlamalardı.

Sokrates’in sorduğu sorular gerçekten çok ilginçti. Misal sevgili okur, “aldatma, ahlaksız bir eylem olarak sayılır mı sayılmaz mı?” Birçoğunuz “Elbette sayılır” diye cevap verecek tıpkı Euthydemos gibi. Fakat Sokrates verdiği bir örnekle aldatmanın ahlaksız, kötü bir edim olarak sayılmasının genelleştirilmemesi gerektiğini söyler. Sokrates’in verdiği örnek ise şudur: “Ya bir arkadaşın kendini çok kötü hissediyorsa ve kendini öldürebilecekse, sen de onun bıçağını çalarsan? Bu da aldatmak olmaz mı? Şüphesiz ki olur. Fakat böyle yapmak ahlaksızca değil de ahlaki değil midir? Her ne kadar aldatıcı bir edim olsa da kötü değil iyi bir şeydir. “

Sokrates hiç bir şey bilmediğini söyler. Mutlaka bir yerlerden duymuşsunuzdur Sokrates’in paradoksunu “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” Bir gün Sokrates’in arkadaşı Khairephon, Dephi’deki Apollon kahinine gitti ve ona “Sokrates’ten daha bilge var mıdır?” sorusunu sordu. Bilge “Hayır” cevabını verdi. Zaman içerisinde sorduğu sorulara cevap alamayan Sokrateste bu durumu fark etti her ne kadar ilk zamanlarda kabullenmesede.

Sokrates için bilgelik; çok şey bilmek ya da neyi nasıl yapacağını bilmek değildi. Sokrates bilgeliği neyi bileceğimizin sınırlarını çizerek, gerçek varoluşumuzun doğasını anlamak olarak tanımlıyordu.

Sokrates ilginç bir şekilde diğer filozoflar gibi düşüncelerini yazarak anlatmıyordu. Konuşmayı, yazmaya tercih ediyordu. Çünkü yazılı sözcüklerin insana karşılık veremeyeceğini, onları anlamadığınızda açıklama yapamayacaklarını dile getiriyordu. Bu nedenle yüz yüze konuşmak Sokratese göre daha iyidir. Sokrates; konuştuğu sırada, kqrşısındaki kişinin nasıl biri olduğunu görür, söyleyeceklerini ona göre söylerdi.

raphael-athens.jpg

Sokrates ve Platon

Peki yazmayı reddeden Sokrates’in öğretisi bugüne kadar nasıl ulaştı? Öğrencisi Platon vesilesiyle. Platon Sokrates’in sadık bir talebesidir. Eğer Platon Sokrates’in düşüncelerini yazmasaydı, bugün bu düşüncelere ulaşamayacaktık. Bu nedenle “Sokrates’in oğlu” olarak tanımlıyorum.

Sokrates’in sorularının jilet gibi keskin olduğunu söyledik. Peki mahkemeye karşı niçin bu keskin sorularını sorarak kendini idam ettirmekten kurtar(a)madı? Madem bu kadar bilge bir kişi, sorduğu sorulara kolay kolay cevap alamayan, parlak zekalı bir insan; niçin bile bile intihar etti? İstese onları ikna edemez miydi?

İntihar etti deme sebebim; mahkemede adeta kendisini suçlayanlarla dalga geçmesindendir. (Bknz. Sokrates’in Savunması) Mahkemeyi ikna ederek ölümden kurtulabilirdi fakat bunu yapmadı. Belki de ününe toz kondurmak istemedi, belki de yanlış bir şey yapmadığını düşündüğü için bu kadar rahattı. Atinalılardan cezalandırılmak yerine ömrü boyunca bedava yemekle ödüllendirilmesi gerektiğini söyleyecek kadar rahattı.

David_-_The_Death_of_Socrates.jpg

Baldıran zehri içirilerek ölüme mahkum edilen Yunan filozof Sokrates’in ölüm sahnesi

Sokrates herşeyi sorgulayan bir insandı. Sorgulamadan yapamazdı. Her şeyi sorgulayan bu iç sesine ihanette edemezdi. Şeylerin gerçekte nasıl varolduğunu düşünmeyi bırakmaktansa zehir içerek ölmeyi tercih etti. Öldüğü günden bugüne kadar birçok felsefeciye ilham kaynağı oldu.

“Sorgulanmamış bir varoluş koyunlara uygundur, insanlara değil…”
Sokrates

KAYNAKÇA
Nigel Warburton, Felsefenin Kısa Tarihi, Alfa Yayıncılık, İstabul, 2016 
Mehmet Ali Ağaoğulları, Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011

Sekülerizm ve Din İlişkisi

11824038_862365573857298_386782526_n-620x330

Genel Hatlarıyla Sekülerizm ve Etimolojisi
Sekülerizm yani dünyevileşme, Ortaçağ Aydınlanma Döneminden günümüze kadar tartışıla gelmiştir. Din olgusunun varlığını kabul etmeyen bir düşünce olan sekülerizm, insan hayatının her alanında sadece “aklın” söz sahibi olması gerektiğini düşünür.

“Latince “saeculum” kökünden gelen “secular” teriminin “zaman” ve “mekan” çağrışımlarını beraberce veren bir anlamı vardır. “Zaman”, onun şimdi oluşunu, hazır oluşunu; “Mekan” ise dünyada ve dünyevi oluşunu gösterir. O halde seaculum; “bu çağ” veya “şimdiki zaman” anlamına gelir ve bu dünyadaki vakıalara işaret eder, yani çağdaş vakıalar manasındadır. Vurgu, tarihsel süre. olarak görülen dünyada belirli bir zaman veya dönem üzerinedir.”[1]

Eski zamanlarda atletik yarışmaların periyodik olarak yapıldığını göstermek için de “seküler” ifadesi kullanılırdı. Yani seküler kavramı burada belirli bir zamanı niteler.[2]

Seküler kelimesi Latincede “ırk, çağ ve dünya” anlamına gelen seaculumdan gelmekte olup, “seaculuma ait olan” anlamına gelen seacularis kelimesi türemiş ve bu kelime Eski Fransızcaya  “secular” olarak geçmiştir. İngilizceye de aynı şekilde intikal etmiştir. Kullanılan anlamlarından biriside Dünya’ya ait olan, dini olanın dışında, kutsanmamış şeklinde açıklanabilir.[3]

Seküler kelimesi çağdaş anlamında kullanılmıştır. Roma kültüründe dini hayatın dışında kalan birçok şey bu kelime ile ifade edilmekte idi. Seküler edebiyat, seküler müzik gibi… Hristiyanlıkla birlikte seküler kelimesi ideolojik ve doktriner bir içerik taşımaktan ziyade, gündelik hayata ait, dünyevi hayat unsurlarını ifade eden bir hayat tarzı anlamında da kullanılmıştır.[4]

Sekülerizm’in Tarihçesi
Laiklik ya da Sekülerlik Batı toplumunda yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Kültürel köklere ve derin bir tarihe sahiptir. Bizim “laiklik” olarak tanımladığımız kavram Batıda zaman zaman iki ayrı ad altında tanımlanmaktadır.  Katolik kültürün hakim olduğu ülkelerde (Almanya, İngiltere, ABD…) “sekülerlik” olarak tanımlanmaktadır. Bu iki terim arasında ortak noktalar bulunmakla birlikte birbirlerinin yerine kullanıldığı da görülmektedir.[5]

Sekülerleşmeyi tarihsel bir sürece ayırmak gerekirse “katı sekülerleşme” ve “yumuşak sekülerleşme” olarak ikiye ayırabiliriz. Almanya, Japonya, ABD, İngiltere gibi ülkelerde yumuşak sekülerleşme. Türkiye, Rusya, Bulgaristan gibi ülkelerde ise katı sekülerleşmeden bahsetmemiz mümkündür. Birinci ülkelerde sekülerleşme, ikincilerde ise laikleşme süreci yaşanmaktadır.[6]

Weber sekülerleşmeyi Batı’ya özgü bir gelişme olarak tanımlamış, köklerini ise Protestanlıkta, Antik Yahudilikte ve gelişen kapitalizmde bulmaktadır.[7]

Modernleşme ile beraber dinin halk üzerindeki etkisi zayıfladı. Kilise eski saygın konumu tekrar kazanamadı. İkinci Dünya Savaşından sonrada seküler Avrupa kültürü ortaya çıktı ve birçok ülkede bu kültürden etkilendi.

 sekuler

Sekülerizm ve Din İlişkisi
On altıncı yüzyılın sona ermesiyle beraber Batı tamamen farklı bir kimliğe bürünmüştür. Sanayi Devrimi ile üretim ilişki biçimleri değişiklik göstermiştir. İnsanlar daha fazla boş zamana sahip olmuş ve zamanla Tanrı’nın rolü ve varlığı sorgulanmıştır.

Sanayi devrimi ile gelişen kapitalizm, Weber’e göre bireylerin Tanrı’ya olan inançlarını zayıflatmaktadır. Weber değişen dünya şartlarında seküler insanın ortaya çıkacağını ve bununda dindar insanlar üzerinden gerçekleşeceğini savunmaktadır.

Modernleştirmeyi beraberinde getiren sekülerizm ile dini düşünce ve pratiklerden uzaklaşma söz konusu olmuştur. Bireyler daha az ibadethanelere gelmekte ve daha az sayıda din adamı yetişmektedir. Hatta dinin zaman içerisinde bireyselleşeceğini savunanları da görmek mümkündür.


KAYNAKÇA
[1] Murat Canpolat, “Hukuki Açıdan Sekülerizm ve İslam”  Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,  Elazığ, 2007, s. 13
[2] S.Nakib Attas, İslam, Sekülerizm ve Geleceğin Felsefesi, Çev. Mahmut Erol Kılıç, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s.42
[3] http://tr.wikipedia.org/wiki/Sekülerizm (e.t.05.05.1015)
[4] Durmuş Hocaoğlu, Laisizm’den Milli Sekülerizm’e, Selçuk Yayınları, İstanbul, 1995, s.88
[5] Ibid. s.48-50
[6] Bünyamin Duran, “Sekülerleşme-Laikleşme Süreci ve Gezegen Ölçeğinde Sonuçları”, Köprü Dergisi, sayı:51, İstanbul, 1995
[7] Bünyamin Duran, Sekülerleşme Krizi ve Bir Çıkış Yolu Arayışı, Timaş Yayınları, İstanbul, 1996, s.75

Atatürk, Kemalizm ve Din

Etiketler

,

KEMALİZM
Kemalizm ve Kemalist Kavramları Ne Anlama Gelir?
Kemalizm; Mustafa Kemal’in düşünce ve davranışlarının bir bütün olarak ele alınması ve bu bütünün savunulmasıdır. Aynı zamanda Atatürk’ün izinden gitmek anlamında olan Atatürkçülüğün bilimsel adıdır. Kemalizm kavramı evrensel değerler içerdiği için Avrupalı siyaset bilimcileri tarafından da benimsenmiştir.[1]

“Kemalist” kavramı ilk kez Avrupa basını tarafından kullanılmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşında, Mustafa Kemal önderliğinde ki durum batılı medya organları tarafından “Kemalist Hareket” olarak adlandırılmıştır.  Batılılar tarafından kullanılan bu kavram daha sonra Mustafa Kemal’in izlediği yolun ve kendine özgü yöntemle geliştirdiği düşüncelerin genel adı olarak kalmıştır.

Kemalizm ve İdeoloji
Mustafa Kemal bir ideolojiye dayanmanın “donup kalmakla” aynı anlama geleceğini söyleyerek ortaya kesin çizgilerle belirlenmiş bir ideoloji koymaktan kaçınmıştır. İlerleyen yıllarda sürekli olarak pragmatik davranmış, Türk ulusunun ve başında bulunduğu eylemlerin gereksinimleri doğrultusunda eklektik davranarak çeşitli görüşler ve yöntemler geliştirmiştir. Kendisine hangi ideolojiye mensup olduğu sorulduğunda, hiçbir ideolojinin takipçisi olmadığını, taklitçilikten bilinçli bir şekilde kaçındıklarını, eğer bir benzetme yapmak gerekirse “biz bize benzeriz” biçiminde bir yanıt verilebileceğini açıkça dile getirmiştir.[2]

Mustafa Kemal asker kökenli olduğundan Türkiye’nin jeopolitik olarak önemini iyi bir şekilde kavramıştır. Türkiye’nin gelecekte tam bağımsız bir devlet olması için mevcut ideolojilerden kaçınması gerektiğinin farkındadır.

İdeolojilerin savaştığı bir dünyada Mustafa Kemal, İdeolojik ve siyasal bağımsızlığı bir arada götürmüş, değişen konjonktürde Türkiye’nin ulusal çıkarlarını kendine özgü biçimde ortaya koymuştur.

Marks ve Lenin’in düşünceleri nasıl “izm” (yol anlamında) ekini alıyorsa. Mustafa Kemal’in tüm ideolojilerden kaçarak kendi düşüncelerinin hakim olduğu ideolojisi de izm eki alarak “Kemalizm” olarak adlandırılmıştır.

Kemalizm düşüncesi bir anda ortaya çıkmadı. Kemalizm’in kesin kuralları değişen ortam şartlarına göre şekillendi. Kemalizm için önemli olan; saldırılardan kurtulmak, antiemperyalist bir tutum izlemekti. Bu şartlar altında dünyada ki ideolojiler araştırıldı ve yeni çağdaş bir ulus nasıl ortaya çıkabilecekse, çağdaş gelişmeler ışığında buna uygun bir yaklaşım geliştirildi.

Mustafa Kemal Batının kontrolü altına girmemek için liberalizme, Sovyetler Birliğinin kontrolü altına girmemek için ise sosyalizme karşı mesafeli bir tutum izlemiştir.[3]

Kemalizm’in Batı ile Sovyetler arasında tercih yapmayı reddettiğini açıklaması, üçüncü dünya ülkelerinin ilgisini çekmiştir. Mustafa Kemal Lozan Konferansı sırasında yaptığı bir basın toplantısında “Ne Şarka, ne de Garba ehemmiyet vermeksizin yalnız kendi mevcudiyetimize istinat olunabilir mi suali de hatıra geliyor. Doğrusunu söylemek lazım gelirse bu dakikada emniyete şayan olan siyaset yalnız kendi mevcudiyetimize istinat etmektir” demiştir. Bu tutum 30-40 sene sonra ortaya çıkan Üçüncü Dünya Hareketinin öncüsü sayılabilir.[4]

Mustafa Kemal’in tüm bunlar ışığında araştırmaları devam ediyordu. Ekonomiden edebiyata, sosyolojiden tarihe, sosyal ve fen bilimleri de dahil olmak üzere bilimsel veriler ortaya çıkarıyordu. Bu ideolojik arayışın; tarafsız, nesnel ve evrensel olmasına dikkat ediyordu.

Önemli olan Türkiye Cumhuriyetinin gelecekte bağımsız güçlü bir devlet olarak uluslararası sistemde hak ettiği yeri almasıydı. Kemalizm bütün ideolojilere karşı çıkarak Türk ulusuna tam bağımsız bir gelecek arayışı içine girdi.[5]

Atatürk, Kemalizm ve Din
“Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderi ikisinin de adı Mustafa olan ve tarihin tanımış olduğu en olağanüstü önemde iki kişiliğin iki ayrı odak noktası olarak oluşturdukları bir alanda biçimlendiğini söyleyebiliriz. Bu isimlerden birisi Mustafa Kemal Atatürk’tür diğeri ise Hazreti Muhammed Mustafa’dır.”[6]

Çeşitli dönemlerde Türkiye’yi hedef alan planların hemen hemen hepsi bu iki Mustafa’yı birbirinden ayırma ve birbiriyle çatıştırma çabası içerisindedir.

Kemalizm, emperyalizme karşıdır. Emperyalist saldırıları gerçekleştirenler ise, “dini” bir kalkan olarak Kemalizm’e karşı kullanmaktadır. Buna bir örnek vermek gerekirse Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan hemen bir gün sonra İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Cemiyeti kurulmuş ve bu cemiyetin başına “Sait Molla” adında bir din adamı, bir casus getirilerek  “din elden gidiyor” diye yaygara koparması sağlanmıştır. Sait Molla aynı zamanda şeriatın gelmesi gerektiğini de savunmuştur.[7]  Bunların dışında yazılı basında da casusluk faaliyetleri sürdürülmüştür.

Alemdar’da Refii Cevad’ın, ordunun padişaha rağmen milli mücadeleyi başlatmasından “Beş vakit namazda padişaha duadan başka bir şey bilmemesi gereken orduya neler öğretmedik” diye yakınıyordu.[8] Örnekleri bu şekilde çoğaltmak mümkün.

Atatürk mücadelesinde Türk halkının desteğini almak için halk neredeyse oraya gitmiş, halkla iç içe olmuştur. Camiye de, cemevine de gitmiş, bunda da içtenliği, çok düzeyli bir din kültürüne sahip olması ve üstün etkileme gücü sayesinde olağanüstü başarı sağlamıştır.[9]

Atatürk: Camiler birbirimizin yüzüne bakmasızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek yani meşverek için yapılmıştır.”[10] diyerek camilerde dahi aydınlığı savunmuştur.

Atatürk, İslam dinine daima saygılı olmuştur ve kendisi de inançlı bir Müslümandır. Cemaatle birlikte namaz kılmış, gerekli gördüğünde minberden vaaz vermiştir. Balıkesir Paşa Camii minberinden halka hitabına “Ey millet, Allah birdir, Şanı büyüktür.”[11] diye başlamayı ihmal etmemiştir.

98053,ataturk20balikesir201923

Balıkesir Paşa Camii Avlusu – 7 Şubat 1923

Atatürk, dinin bir sömürü aracı olarak ve kitleleri düşünmekten aciz yaratıklar haline dönüştürmenin yollarından biri olarak kullanmasını önlemek amacıyla da çok şey yapmıştır. Bunların bir kısmı, tamamlanamamış veya sonradan ortadan kaldırılmıştır. Bugün karşı karşıya geldiğimiz durum gösteriyor ki bunlar içinde en önemlilerinden biri, dinsel dilin, yani Kur’an, ezan, namaz dilinin ve hutbelerin Türkçeleştirilmesidir. “Bilim Çin’de de olsa git al” diyen bir dinin anlaşılması gerektiğini, Arapçanın anlaşılamadığını, önemli olan, dinin anlatılmak istenilenin doğru olarak aktarılmasıydı. Elmalı Hamdi Yazır, Kur’an’ı, Atatürk’ün isteği ile Türkçeye tevsir etmiştir.[12]

Görülen o ki Mustafa Kemal din ile iç içe yaşamış, dinin gerektirdiklerini yerine getirerek bu halkı çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmaya gayret etmiştir. Her ne kadar, daha önceden bahsettiğimiz dini bir kalkan olarak kullanan casuslar, din adamları, yazılı basın olsa da, Atatürk’ün yaptıkları neticesinde casuslar yani emperyalist kuvvetler istediklerini elde edememişlerdir.

KAYNAKÇA
[1] Anıl ÇEÇEN, 100 Soruda Kemalizm, 9.Baskı, Kilit Yayınları,  Ankara,  2012, s.21
[2] Ibid. s.22
[3] Ibid. s.23-30
[4]Ali Kazangil, “Anti-emperyalist Bağımsızlık ideolojisi ve Üçüncü Dünya Ulusçuluğu Olarak Kemalizm”, Kemalizm, Der. Ahmet Insel, İletişim, 2009, s. 235-246
[5] Çeçen Loc.cit. s.23-30
[6] Alparslan Işıklı, Sosyalizm, Kemalizm ve Din,  3.Baskı, İmge Kitabevi,  İstanbul, 2001, s.165-166
[7] Ibid. s.167
[8] Ibid. s.168
[9] Ibid. s.170
[10]http://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/balikesirde-halkla-konusma, (e.t. 02.05.2015)
[11]Alpaslan, Loc.cit, s.187
[12] Ibid. s.180-192

Tarih Okuma Listesi – I*

 

370160.jpeg229825.jpeg396702.jpeg

Mehmet Ali AĞAOĞULLARI: Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler
Mehmet Ali AĞAOĞULLARI : Kent Devletinden İmparatorluğa
Mehmet Ali AĞAOĞULLARI – Levent KÖKER : İmparatorluktan Tanrı Devletine
Ayferi GÖZE : Siyasal Düşünce Tarihi
Murat SARICA : 100 Soruda Siyasi Düşünceler Tarihi
Besim DELLALOĞLU : Benjaminia: Dil, Tarih ve Coğrafya
Alaeddin ŞENEL : Siyasal Düşünceler Tarihi
Mete TUNÇAY : Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi 1 – Eski ve Orta Çağlar
Mete TUNÇAY : Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi 2 – Seçilmiş Yazılar
Mete TUNÇAY : Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi 3 – Yakın Çağ
Çetin YETKİN : Siyasal Düşünceler Tarihi

Siyasal Düşünceler Tarihine ilgi duyan arkadaşlarımızın BBC’nin 12 bölümlük bu mini belgeselini izlemesini şiddetle tavsiye ediyoruz.

*Verilen liste “Siyasal Düşünceler Tarihi” okuma listesidir. Siyasal Düşünceler Tarihi alanında çalışmak isteyen, bu alana ilgi duyan arkadaşlara bir nebzede olsa yardımcı olacağı kanısındayız. Tarih alanındaki okuma listelerimiz devam edecektir.

**Tavsiyelerinizi, görüş ve önerilerinizi yorum kısmında belirtmenizden mutluluk duyarız.

Siyaset Bilimi Okuma Listesi

Etiketler

228424401850.jpeg300499.jpeg

Münci KAPANİ: Politika Bilimine Giriş
Ahmet Taner KIŞLALI: Siyaset Bilimi
Ali Yaşar SARIBAY – Süleyman Seyfi ÖĞÜN: PolitikBilim
Gökhan ATILGAN: Siyaset
Andrew HEYWOOD: Siyaset
Andrew HEYWOOD: Siyasi İdeolojiler
David MCLELLAN: İdeoloji
Bertrand RUSSEL: İktidar
Niccolo Machiavelli: Hükümdar (Prens)
Thomas MORE: Ütopya
Thomas HOBBES: Leviathan
J.j. ROUSSEAU: Toplum Sözleşmesi
George ORWELL: 1984
PLATON: Devlet
Cem EROĞUL: Devlet Nedir?
Cem EROĞUL: Devlet Yönetimine Katılma Hakkı
Jean BODİN: Devletin Altı Kitabı
Christopher PİERSON: Modern Devlet
John KEANE: Sivil Toplum ve Devlet
Ernesto LALLAU: Siyasal Kimliklerin Oluşumu
Galip YALMAN: Kapitalizm ve Devlet: Kuram ve Hegemonya
Nigel WARBURTON: Felsefenin Kısa Tarihi
George POLİTZER: Felsefenin Başlangıç İlkeleri
Karl MARX: 1844 El Yazmaları
Karl MARX: Komünist Manifesto
Edward Hallet CARR: Tarih Nedir?
Chris HARMAN: Halkların Dünya Tarihi
Keith FAULKS: Yurttaşlığın Kısa Tarihi
Gökhan ATILGAN: Küreselleşme ve Ulusal Kültür
Ernest GELLNER: Uluslar ve Ulusçuluk
Yuval Noah HARARİ: Hayvanlardan Tanrılara – Sapiens
Antonio Gramsci: Hapishane Defterleri
Friedrich ENGELS: Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm
Friedrich ENGELS: Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni
Hannah ARENDT: İnsanlık Durumu
Jurgen HABERMAS: Kamusallığın Yapısal Dönüşümü
Giovanni SARTORİ: Demokrasi Teorisine Geri Dönüş
Alexis de TOCQUEVİLE: Amerika’da Demokrasi
Geoff ELEY: Demokrasiyi Kurmak: Avrupa Solunun Tarihi
Korkut BORATAV: Emperyalizm, Sosyalizm ve Türkiye
Korkut BORATAV: 1980’i Yıllarda Türkiye’de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm
Ergun ÖZBUDUN: Türkiye’de Parti ve Seçim Sistemi

*Kitapları birbiri ile ilişkili olacak şekilde listelemeye çalıştık. Listemiz henüz başlangıç seviyesindedir, zaman içerisinde güncellenecektir.

**Tavsiyelerinizi, görüş ve önerilerinizi yorum bölümünden belirtmenizden mutluluk duyarız.

E-Mail aboneliği ile yazılarımızdan haberdar olmak istiyorsanız bizi takip etmeyi unutmayın

İlginizi çekebilir: 
Tarih Okuma Listesi – I*
Felsefe’nin Azizi: Sokrates